Hizbullah kaçırdı, işkence yaptı, öldürdü… Konca Kuriş’in bilinmeyenleri

Posted by

Konca Kuriş, Kuran’ın dogmatik bir şekilde yorumlanmasını eleştirdi ve Hizbullah’ın dikkatini çekti. 16 Temmuz 1998 yılında eşi Orhan Kuriş etkisiz hale getirildikten sonra kaçırıldı. 35 gün boyunca işkence gördükten sonra öldürülen yazar, Hizbullah üyeleri tarafından sorgulandığı evin bodrumuna gömüldü.

23 Ocak 2000 yılında ise Türkiye Hizbullah’ın evlerine düzenlenen operasyonlarda Konca Kuriş’in cesedine ulaşıldı. Yapılan otopsi de yazarın işkence görerek 8-10 ay önce öldürüldüğü tespit edildi. Hizbullah ise kaçırılmasını, işkence görmesinin ve ölümünün sorumluluğunu üstlendi. Konca Kuriş, Mersin Şehirler Mezarlığına defnedildi.

Kuriş’in kaçırılmasının 26. yıldönümünün ardından tartışmalar devam ederken, Odatv İmtiyaz Sahibi Soner Yalçın, 2011 yılında Hürriyet gazetesinde kaleme aldığı köşe yazısında Konca Kuriş’in bilinmeyenlerini yazdı.

Soner Yalçın’ın yazısı şöyle:

“Hizbullah tarafından kaçırıldı. Günlerce sorgulandı. Şükür namazı kılınıp boğuldu.

Konya’da bir evin bodrumuna gömüldü; üzerine beton döküldü. 10 yıl sonra katilleri serbest bırakıldı. Serbest bırakılmanın ne anlama geldiğini bilmeniz için size Konca Kuriş’in pek yazılmamış hayatını yazmalıyım. Yazmalıyım ki, Hizbullah’ı salıverenler bugün Mersin’de yaşayan o beş çocuğa nasıl “yargısız infaz” yaptıklarını bilsinler…

Türbanlı bir annenin yazılmamış öyküsü

TARİH: 22 Ocak 2000.

Konya.

Yahya, beş kardeşin en büyüğüydü; 21 yaşındaydı.

Dayısı Mehmet’le Konya Emniyet Müdürlüğü’nde bir odaya götürüldü. Polis memuru bilgisayara bir CD koydu. Soluğunu tutup izlemeye başladı.

Yüzlerinde maske olan iki sivil polis, üç katlı bir villanın kömürlük olarak kullanılan yerini kazıyordu. Önce zeminindeki betonu kırdılar. Sonra toprağı kazmaya başladılar.

Ardından…

Önce iki genç adamın cesedi çıkarıldı. Bunlar Mersin’den kaçırılan iki kardeşti; birlikte gömülmüşlerdi.

Polisler kazmaya devam etti.

Bir erkek cesedi daha çıkardılar. O da Van’dan kaçırılan bir benzinciydi.

Polisler bu kez bodrumda başka bir yeri kazmaya başladı.

Burada da bir kadın cesedi buldular. Başında çürümeye yüz tutmuş türbanı vardı.

Yahya polisin sesini duydu, “Türbanıyla gömmüşler!” Sonra açıklama yaptı: “Toprağa kireç attıkları için ceset tam çürümemiş.”

Ceset… Çürüme…

Yahya gözünü bilgisayar ekranından ayırmadı; içinden dua ediyordu, “Allah’ım ne olur…”

Çıkan kadın cesedinin yüzü belirsiz haldeydi; gözleri çöküp, kulakları küçülünce tanınmayacak hale gelmişti.

Yahya fazla bakamadı.

Polis memuru CD’yi kapattı; “O mu” diye sordu.

Dayısına baktı Yahya; emin değildi. Dayısı “Bilemedim” dedi.

Morga götürüldüler. “Belki ekrandan tanıyamamışlardır” diye.

Soğuk olduğunu hatırlıyor Yahya.

Dayısının polislerle konuştuğunu, polis telsizlerini ya da koşuşturmaları anımsamıyor hiç.

Tek bildiği sonra Mersin’den diş hekimi getirilmişti. Annesi kaçırıldığı gün diş doktoruna gitmişti. Alınan diş kalıbının ağzına uyup uymadığına bakıyorlardı.

İçinden sürekli Allah’a yalvarıyordu. Sonra…

Morgda yatan kadının ayak ucuna gitti sessizce.

Annesinin en büyük keyfi oğlu Yahya’nın akşamları ayağına masaj yapmasıydı. Yahya hiç üşenmez, annesini hiç kırmazdı.

Annesinin başparmağında çıkıntı vardı; bir de sol bacağında siyatik. Masajın annesine iyi geldiğini bilirdi.

Yahya morgda yatan kadının ayağını örten örtüyü usulca kaldırdı. Kadının sol bacağı simsiyahtı. İşkenceyi hiç aklına getirmedi.

Gözlerini morgda yatan kadının başparmağına dikti.

Baktı… Baktı… Baktı…

Sonra eliyle yavaşça dokundu.

Kemik çıkıntısını hissetti.

Tanımıştı.

“Anne” diye bağırmak istedi; sesi çıkmadı.

Ve…

İşçiler kanlı ip buldu

4 Haziran 1999.

Konya.

Konya Meram Belediyesi işçileri Akyokuş mevkiinde ağaçların, bahçelerin bakımını yapıyor; toprağı belliyordu. İşçilerden birinin küreğine ip takıldı. İpi çekti ama çıkaramadı. Kazmaya başladı… İpteki kan lekelerini görünce korkup hemen arkadaşlarını çağırdı.

Sonra…

Üç cesetle karşılaştılar.

Hizbullah’ın öldürüp toprağa gömdüğü ilk cesetlerdi bunlar.

İşkence edildikten sonra öldürüldüğü belirlenen üç kişiyle ilgili sır, polis tarafından kısa sürede günışığına çıkarıldı. Enver Aktaş, Hüseyin Tuncer ve Ali Arslan, Hizbullah örgütü ile bağlarını koparmaya çalışan eski militanlardı. Polis, Hizbullah’a yönelik operasyona böyle bir tesadüf sonucu başladı. Çünkü bir dönem Hizbullah’la ilişkili olan birçok kişi kayıptı…

Yaylaya gideceklerdi

Tarih 16 Temmuz 1998.

Mersin.

Saat gece yarısını geçti.

Konca ve Orhan Kuriş tekstilciydi.

O günlerde tekstil siparişi almışlardı ve yoğun çalışıyorlardı. Aslında o gün yaylaya çocukların yanına gideceklerdi.

İş uzayınca Mersin’deki evlerinde kalmaya karar verdiler.

Konca Kuriş kendi kullandığı beyaz minibüsle, tüm işçileri teker teker evlerine bıraktı. Sonra kocasıyla evlerine geldiler. Minibüsten indiler.

Kendine yeni giysiler almıştı; minibüsün arka tarafına geçerken üç kişinin koşarak yanlarına geldiklerini fark ettiler.

Hiç bir şey anlayamadan, biri Orhan Kuriş’in kafasına tabanca dayadı ve sesini çıkarmamasını istedi.

Diğer iki kişi Konca Kuriş’i bir otomobile sokarak kaçırdı.

Komşuları polise haber verdi.

Herkes şaşkındı; kimdi bunlar?

Mersin Emniyeti’nde her ihtimale karşı, terörle Mücadele, Cinayet Masası ve İstihbarat Birimi’nin oluşturduğu üç ayrı ekip günlerce Konca Kuriş’i aradı.

Başbakan bile bizzat devreye girdi ama yine de Konca Kuriş bulunamadı.

Ta ki İstanbul Beykoz’da Hizbullah’a baskın yapılana kadar…

Oyuncak tavşan

17 Ocak 2000

İstanbul.

Hizbullah’ın beyin takımının bulunduğu Beykoz’daki villaya yapılan baskında binlerce doküman ele geçirildi.

Örgüt iletişimini her türlü dinlenme olasılığı nedeniyle telefonla değil kuryeler aracılığıyla sağlıyordu.

Operasyon sonucunda yapılan aramada, bir kuryeye yazılan bir pusula bulundu.

Notta şifreli bir isme, İstanbul Bağcılar’daki bir eve gitmesi ve emaneti alması isteniyordu.

Ayrıca bir de not vardı: Evin penceresinde oyuncak tavşan varsa güvenilirdir girebilirsin. Oyuncak tavşan yoksa tehlike var demektir girme!

Yazılan bu pusulanın tarihi yeniydi.

Polisler, çatışma haberini duyan militanın eve gitmeyeceğini düşündüler ama binde bir olsa da bir ihtimal vardı. Bu nedenle hemen ilgili adrese gittiler. Evin etrafını kuşattılar. Beklemeye başladılar. Saatler geçti.

Birden evin perdesi kımıldadı, kara çarşaflı bir kadın pencerenin önüne oyuncak tavşanı koydu. Demek kadın çatışmadan habersizdi.

Polisler beklemeye devam etti.

Fakat aradan kısa bir zaman geçti; evdeki çocuk tavşanı aldı. Polisler “Bizi fark ettiler mi” diye endişelendi. Korktukları olmadı; kara çarşaflı kadın çocuğu dövüp elindeki tavşanı alıp tekrar pencere önüne bıraktı. Polisler rahatladı.

Kısa bir zaman sonra, bir süredir sokakta gezinen sakallı bir adam, penceresinde oyuncak tavşan olan eve girdi.

Polisler hemen baskın yaptılar ve adamı kıskıvrak yakaladılar.

Yakalanan Hizbullah militanı örgütün Akdeniz sorumlusu Mehmet Emin Ekinci’ydi. Hemen itirafçı olacağını söyledi.

İlk itirafı da Konca Kuriş’i iki arkadaşıyla nasıl kaçırdıklarını anlatmak oldu.

Konca Kuriş’i bayıltıp kaçırmışlardı. 10 gün Mersin Güneykent’teki örgüt evinde saklamışlardı. Polisin yol kontrollerini bitirdiğini öğrenince, Konca Kuriş’i televizyon kutusuna koyup bir kamyonla, iki gün önce kiraladıkları Konya Meram’daki örgüt evine götürmüşlerdi.

İşin en acıklı yanı neydi biliyor musunuz?

Polisler bu eve daha önce gelmişlerdi. Meram belediyesi işçilerinin üç cesedi bulduktan sonra polis yaptığı araştırmalar sonucu bu eve de gelmişti. Ancak evde siyah çarşaflı bir kadın ile çocuklarını görünce, evin örgüt evi olmayacağına karar vermişlerdi!

Konca Kuriş polisin eve ilk geldiğinde sağ mıydı acaba? Sağ mıydı öldürülmüş müydü, bilmek zor.

Ancak…

Meram’daki üç ceset gösteriyor ki, Hizbullah ilk öldürdüklerini dışarıya gömüyordu. Bu cesetler bulununca mı, evlerin altına gömmeye başlamışlardı acaba? Bilinmiyor.

Otopsi raporuna göre Konca Kuriş, cesedinin bulunmasından 8 ay önce öldürülmüştü. Konya Meram’daki o evde neler oldu; neler yaşandı? Pek ortaya çıkmadı.

Bilinen:

Bir gün Hizbullah İcra Şûrası karar verdi. Görevlendirme yaptı. Konya Selçuk Üniversitesi İnşaat Fakültesi öğrencisi “Edip” şükür namazı kıldı.

Ve Konca Kuriş’i boğdu…

Eve ilişkin bir bilgi daha var:

Polis, Beykoz baskınından sonra Meram’daki eve ikinci kez operasyon yaptı. Ama artık villada kimse yoktu. İlk operasyondan hemen sonra Hizbullah, kömürlüğünde gömülü üç ceset bulunan evi terk etmişti.

Polisin hata yapmasının bir tek nedeni vardı:

Evinde çocuklarıyla yaşayan dini bütün kara çarşaflı bir kadın terörist olamazdı!

KONCA KURİŞ NİYE HEDEFTİ

Genç ailesi Mersinliydi.

Türkmen Sünni Yörüktü.

Baba demir çelik fabrikasında ustabaşıydı; anne ise ev kadını.

İkisi kız, ikisi erkek dört kardeştiler.

Konca Kuriş 1962 doğumlu.

Yerinde duramayan, kıvrak, sıcakkanlı, zeki bir çocuk.

Okumayı seviyor ama okulla başı sürekli dertte. Ortaokul ikinci sınıfta öğrenimi bıraktı.

16 yaşında âşık olduğu Orhan Kuriş’le evlendi.

Kuriş ailesi muhafazakârdı. 75 yaşındaki kayınpederinin baskısı başladı: “Kızım örtün!”

Kafası karıştı; “Gönül bağı mı, yoksa baş bağı mı önemliydi?”

Gelin gittiği ailede sorun çıkmaması için binlerce kadının yaptığını yaptı; başını kapattı.

Kurişler mutaassıp bir çevrede yaşıyorlardı. İran İslam Devrimi herkesi etkilemişti. Konca Kuriş, komşuları sayesinde Hizbullah’la tanıştı. Toplantılarına katıldı. İran’dan gelenlerle tanıştı. Verilen kitapları okudu.

Ve bu arada bu kez Hizbullah, kara çarşafa girmesini istedi.

Bocalama devresi yaşarken Ankara’da Ercüment Özkan’ın çıkardığı “İktibas” Dergisi çevresiyle tanıştı.

Bu tanışıklık İslam’a bakışını değiştirdi. İranlı kadınlar gibi kara çarşafa girmeyi reddetti. Hizbullah’la yolunu ayırdı.

Bu arada Konca Kuriş, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden bazı öğretim üyelerinin doktora tezlerini, kitaplarını okumaya başladı.

Bu arada…

Küçük teyzesi Necla 68 kuşağından sosyalistti. Fikirleri hiç uyuşmuyordu ama kadına bakışları aynıydı. Birlikte Mersin’de Bağımsız Kadınlar Derneği’ni kurup çalıştılar.

Teyzesiyle yoğun birlikteliği Konca Kuriş’i feminist görüşle tanıştırdı. Kadının İslam’daki yerini sorgulamaya başladı. Cesur çıkışlar yaptı:

? “İnsanlar; erkeklerin Kuran’da daha üstün olduğu mesajının verildiğine inanıyorlar. Ama böyle bir ayet yok.”

? “Kuran’ı erkekler yorumluyor; kadınlar çevirse çok farklı olur. Erkek egemenliğini yok etmek için Kuran’ı kadınlar da yorumlamalıdır.”

? “İbadetin Türkçe yapılmasında hiçbir mahzur yoktur.”

? “Kadın âdet dönemindeyken namaz kılıp oruç tutabilir.”

? “İslam’da kadına başörtüsü zorunluluğu yoktur.”

? “Kuran kadınların sadece göğüslerini kapatmasını emrediyor. Kuran’da çarşaf yoktur.”

? “Kadınlar ve erkekler cuma ve cenaze namazını birlikte kılabilirler.”

? “Günümüzde çokeşlilik doğru değil, üzerine kuma getirilenler gerekirse ve güçleri varsa boşanabilmelidir.”

Birgün…

İslam konusunda modernist görüşler dile getiren türbanlı bir kadın basının ilgisini çekti.

“Demek örtünen kadınlar arasında böylesine modernist düşünceye sahip birileri de varmış” diyen Yeni Yüzyıl Gazetesi Mersin muhabiri, Konca Kuriş’i, “İslami-Feminist” diye tanıtıp görüşlerini haber yaptı.

Star TV’de Hakan Aygün, Konca Kuriş’i ilk kez televizyon programına çıkardı.

Türbanlı bir kadının İslam’a getirdiği yorumlar ilgi gördü. Aslında söylediklerini daha önce Prof. Yaşar Nuri Öztürk gibi bazı ilahiyatçılar söylemişti. Ancak türbanlı bir kadının bunları dile getirmesi Konca Kuriş’i bir anda popüler yaptı.

Diğer yanda…

Konca Kuriş’in hayatı da ilgi gördü. Eve kapanan biri değildi; Mersin’de hem eşiyle birlikte ticaret yapıyor; hem beş çocuğuna bakıyor ve hem de şehirdeki tüm etkinliklere katılıyordu.

İçi-dışı birdi; samimiydi; herkesle hemen dost oldu; evini-sofrasını açtı. Tarikat mensupları da, solcu kadınlar da onu çok sevdi.

Ve o…

Birilerinin görüşlerinden çok rahatsız olacağını hiç tahmin etmedi; düşünemedi.

İdealistti ve herkesi öyle gördü; öyle bildi.

Sakıncasız konuştu. İslam’ın aydınlık yüzünü insanlara anlatarak, göstererek inancına hizmet verdiğini sandı.

“Aman dikkat et” diyenlere şaşırdı; “Ne var ki bu sözlerimde, kim benim inancımdan şüphe duyabilir ki, kim benim Müslümanlığımı sorgulayabilir ki” dedi hep.

Bilemedi.

Bir dönem birlikte mücahitlik yaptığı arkadaşlarının kendisine neler yapacağını hiç tahmin edemedi.

Hele hele bu derece cani olacaklarını anlayamadı.

Hizbullah’ın Beykoz’daki villasında ele geçirilen CD’lerin biri, Konca Kuriş’in sorgu kasediydi.

“Sorgulanmamın 38’inci günü” diye başlıyordu konuşmaya Konca Kuriş.

Kamera arkasında durup soru soranlara, hâlâ bildiklerini anlattıkça anlatıyordu. Sanıyordu ki ikna olacaklar.

Oysa hüküm verilmişti çoktan:

“İslam düşmanı ve laik-feminist Konca Kuriş, Allah ve Kuran-ı Kerim karşıtı fiilleri ve söylemleri nedeniyle, Hizbullah savaşçıları tarafından kaçırılarak üslerimizde sorgulanmıştır. Dinsiz-laik TC’nin resmi din söylemleri ile talimatları paralelinde hareket eden ve Siyonistlerce de kullanılan Konca Kuriş, Müslümanları şüpheye sevk edecek fiiliyatlara giriştiği için şeri hükümler gereği cezalandırılmıştır.”

Aradan 10 yıl geçti.

Konca Kuriş’i kaçıranlar, sorgulayanlar, boğanlar, bir evin bodrum katına gömüp üzerine beton atanlar bugün serbest. Onlar cezaevinden halay çekerek çıktılar.

Şimdi…

Birileri…

Vicdan sahipleri…

Grafiker Yahya’ya, babasıyla inşaatlarda çalışan Muzaffer’e, yeni evli Sırma’ya; üniversitede okuyan Cemal’e ve lise öğrencisi Selanur’a; yani Konca Kuriş’in yavrularına bunun hesabını vermelidir…

Bırakın onca vahşeti, onca cinayeti…

Öksüzlüğün, annesizliğin ne demek olduğunu birazcık biliyorlarsa, bu çocuklara yapılan yargısız infazın sorumluluğunu üstlenmelidir…”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir